Latest Posts
https://www.instagram.com/p/BOAh2u_gJAL/?taken-by=kisacikfilm&hl=en


2015’in son haftası her yer bembeyazdı, kar yağışıyla yeryüzüne inen sessizliği hissedince içimi huzur kapladı hep ve dedim ki 2016 tıpkı böyle, bu andaki gibi huzur dolu bir yıl olsun. Çünkü 2016 yılında bombalar patlamıştı, savaştan kalan Suriye gibiydi sınır köyleri, evlerini terketmek zorunda kalan insanların haberlerini alıyorduk; binlerce insana mezar olan Ege sularından felaket haberleri geliyordu her gün, kıyılara vuran cesetler, ölen çocuklar… Kobani’deki IŞİD saldırısından kaçıp gelen ailesiyle Ege Denizi’nde ölüme giden Aylan bebeği hiç unutmadım. Yanımda yeni doğan bebeğimle sabah kahvaltısını yaparken gördüm o korkunç fotoğrafı. Yutamadığım lokmamla ağlamaya başladığım an ve devamında günlerce ağlamama sebep olan o fotoğraf hep gözümün önünde. O günden sonra çok sevdiğim Bodrum, Çeşme suları çok değişti gözümde. Ayaklarım değince suya ‘mezar oldu bu deniz’ demekten alamıyorum kendimi. Karanlıksa ve Kordon’da yürüyorsam korkuyorum denize yakın durmaktan. İçim ürperiyor, akıntıyla savrulan üstü insan dolu botlar geliyor gözümün önüne. Babalarına kenetlenen çocuklar, annelerine kundakla sarılı bebekler…

Her gün İstanbul’un en işlek metro istasyonlarını mesken tutan sokak çocuklarıyla yaşamaya alışanınız var mı? Ufacık çocuk üzerine büyük gelen hırkası ve ıslak çorabı üzerine geçirdiği terliğiyle elini açarken size, üzerinizdeki monttan utandığınız, ayaklarınızı saran çoraplar üzerine giydiğiniz botlarınızdan utandığınız olmuyor mu? Ben utanıyorum. Bu küçük öksürürken karşımda ne yapacağımı bilemiyorum, ona nasıl yardım edeceğimi bilemiyorum… Para vermek yerine ilk karşıma çıkan yerden poğaça alıyorum, keşke sıcak bir çay da alsaydım diyorum yetmez ki peynir de yemeli, yaşı küçük. Bu bir hafta içinde minicik mideleri doyurmak üzere poğaça aldığım kaçıncı sabah bilmiyorum. 5 mi? 4 mü? Bu çocuklar ne yapıyor tüm gün sokakta diyorum içimden; aklıma toplumda birlikte yaşamak zorunda kaldığımız ufak cezalarla yırtıp yine aramıza karışan pedofililer geliyor. Tedirgin oluyorum, dua ediyorum her sabah sokaklardaki çocuklara. Kendi çocuğumla birlikte tüm çocuklar için dua ediyorum.

Oğluma götürmek üzere elimde balonlarla yürüyorum gece, Taksim’deyiz. Etraf eğlenen insanlarla dolu, bir de bu eğlenen insanlar arasına sindirilmiş, para toplamak için elini açan küçük çocuklarla. Saat gece 23:30, 4-5 yaşlarındaki çocuklar dışarıda, elleri üstleri başları kirli, boş gözlerle gülümseyen dudaklarla yürüyenlerin peşinde, para toplama derdinde. Bir tanesi koşarak geliyor peşimden paltomun ucunu çekiyor. Balonlardan bir tane istiyor. Baş parmağını işaret parmağının ucuna dayamış yalvarır gözlerle bakıp balonu işaret ediyor. Gülümsüyorum, veriyorum. İki üç adım yürüyüp geriye bakıyorum ki, elinden kaçırmış, uçmuş balon, arkasından bakıyor, gözlerinde hayal kırıklığı. Tekrar çağırıyorum bir tane daha vermek için. İpi bileğine bağlayarak gönderiyorum bu kez. Grilikler siyahlıklar arasında ilerliyor benim pembe balonum. Her köşebaşı kalbimi kırıyor, her köşebaşı burnumun ucunu sızlatıyor. Dünyanın çirkin yüzüyle erken yaşta tanışan bu çocuklar için üzülüyorum.

Bazen uzaklara gitmek istiyorum, Ortadoğu’nun sorunlarından uzak, bu dünyanın sorunlarını sırtlamış, eziyet çeken çocukları görmeyeceğim, duymayacağım, okumayacağım kadar uzak bir yere gitmek istiyorum. Orası neresi bilmiyorum. Pembe bir dünyada, tüm çocukların güvende olduğu, mutlu olduğu, bebek-çocuk gülücüklerinin duvarları çınlattığı yerde yaşamak istiyorum. Orası neresi bilmiyorum.

Hele ki şu günlerde… Christmas spiritin her yeri sardığı şu günlerde. Işıklı ağaçların aydınlattığı evlerde süslü çam ağaçlarının yanında pijamaları içinde ellerinde kahve fincanlarıyla poz veren Instagrammer ve blogger lara özeniyorum.  Bu motivasyona sahip olamadığım için kıskanıyorum. Kızmıyorum yanlış anlamayın, sitem de yapmıyorum, biliyorum sizin de kalbiniz kırık. Aslında fotoğraflarınız bana şu aralar unuttuğum güzellikleri hatırlatıyor, kısa süreli mutlu oluyorum sonra yine üzülüyorum.

2016 böyle geldi gidiyor. Bizi ülkece ne mutlu etti 2016’da? Ülkece olmak ne demek hatırlayan var mı? Benim aklıma bir şey gelmiyor. Sizin geliyor mu?

Yelda

Huzurlarınızda bebeğim Noyan Deniz. O artık 1 yaşına erişmiş; baba, anane, mama, dede, bebe gibi kelimeleri kolaylıkla telafuz eden, hala anne diyemeyen ama nenne diyerek de beni mutlu eden; şirin mi şirin, güleç mi güleç; koşma hızında emekleyen; dolapları özenle karıştıran; dolap içlerini bir çırpıda dışarı çıkarabilen; güçlü, meraklı ve hatta esprili bir bebek.
5 gün erken olsa da 12 Mart Cumartesi günü harika bir ev partisi ile yeni yaşını kutladık Noyan'ın. Anneannesinin ultra lüks kutlama isteklerine direnerek (işte bu hiç kolay olmadı! ) sevdiklerimizle evde olmak istedik. Noyan'ın arabalara merakını gözden kaçırmayan anneanne bu çocuk tamirci olur; yok yok gurme olacak (anneannesinin yemeklerine tapıyor hatta hiç denenmemişlere bile) dese de doğumgünü temamızı doğduğu gün hastane odamızdaki tema ile aynı yapmaya karar verdik 
'The Little Prince'

          



 
Bu hayatı -her alanda- benim için anlamlı kılan dostlarım, arkadaşlarım, sosyal medya sayesinde hayatıma giren herkes ve yaptığım her işte en büyük destekçim olan sizler…


Hayatımın en farklı zamanlarını yaşadığım şu günlerde yan odada uyuyan bebeğimle birlikte artık bir anne olarak yazıyorum sizlere. Bugün tam 15 günlük anneyim ve anne olmanın öğrenilmesi gereken kısımlarının üstesinden gelmeye çalışıyorum. Şimdilik herşey çok güzel gidiyor.



2014 yazında sizlerin en özel gününü karnımda minik Noyan'ım ile fotoğrafladım ve ondan aldığımız feyz ile harika işler çıkardık ortaya. Bu yıl da yepyeni kareleri sizlerle buluşturmak için sabırsızlanıyorum. Yeni maceramız Mayıs da başlıyor. 

 Temmuz, 2014 sonrası İstanbul ve İstanbul dışı tüm çekimlerimde beni el üstünde tutan, ufak jestleriyle yüzümü güldüren, misafirperverlikleriyle tüm yorgunluğumu unutturan sevgili çiftlerime ve ailelerine tekrar tekrar teşekkür ederim.



Bursa’daki çekimde süpriz pembe güllerle yanaklarımı pespembe yapan Irmak ve Şevket; Kırklareli’nden gönderilen, Burcu ve Dursun’un aile büyüklerinden hediye, el emeği göz nuru bebek nevresimleri ve daha niceleri…Gönlünüzden kopup da benimle paylaştığınız tüm güzellikler için teşekkür ederim. İyik tanıdım sizleri...
  • Musallat olduğu hamile kadını boğarak öldürüp “mahkemede kravat taktığı için” iyi hal indirimi alan var.
  • Aşkına karşılık vermeyen genç kızı benzinle yakarak, ormana gömüp “mahkemeye takım elbiseyle geldiği için” iyi hal indirimi alan var.
  • Tecavüz ederken suçüstü yakalanıp, “yarım kaldı” indirimi alan var.
  • İlaçla bayıltarak tecavüz edip “meğer eski sevgilisiymiş” indirimi alan var.
  • “Tecavüz sırasında bağırdığını duyan olmamış, bağırsaydı duyulurdu, bağırmadıysa rıza göstermiş sayılır” indirimi alan var.
  • Kızına tecavüz edip “kızın ruh sağlığı bozulmadı” raporuyla indirim alan var.
  • Tecavüz edip, hamile bırakıp “zaten bakire değildi” indirimi alan var.
  • İlişki teklifini reddeden talihsizi, sopayla döve döve öldürüp “zaten travestiydi”indirimi alan var.
  • Eşini delik deşik edip “tayt giyiyordu” indirimi alan var.
  • Doğrayıp, buzdolabına koyup “piercing takıyordu” indirimi alan var.
  • “Tanımadığı insanlara sokakta saati sorarak cilve yaptı” indirimi alan var.
  • Cayır cayır yakıp “çok sık banyo yapıyordu, şüphelendim” indirimi alan var.
  • Gırtlağını kesip “benden izinsiz çarşıya alışverişe gitti” indirimi alan var.
  • Televizyondaki kadın programında “babam bana tecavüz etti” diyen kızını öldürüp… “Babasını kamuoyunda mahcup etti” indirimi alan var.
  • Kadının göğsünden girip sırtından çıkan 26 santimlik bıçağın “öldürücü olmadığı”na dair rapor getirip… 37 defa saplamasına rağmen, indirim alan var.
  • Kastamonu’da herifin biri kadıncağızı devamlı dövüyordu, o gece gene döverken belindeki tabancayı düşürdü, kadın aldı, tetiğe bastı, herif öldü, kadına “17 sene”verdiler… İstanbul’da eşini tabancayla vurup öldüren herife “10 sene” verdiler!
(Kadıncağız mahkemeye “kravat takıp” gelseydi, iyi halden indirim alırdı. Kravat takıp, takım elbise giymediği için, erkeklerden yedi sene fazla ceza aldı.) Akp’nin kadın-erkek adaleti bu “hal”deyken, hala ne diyor Ahmet Kiziroğlu? 
Kadına uzanan eller kırılsın filan…Hadi ordan len!
Yılmaz Özdil

2014’e Zorlu Center PSM’de Joshua Bell konseri ile noktayı koyduk. Baltimore’da yaşadığımız dönem Joshua Bell ile değil ama kayınvalidesi ve ailesi -Matricardiler- ile tanışma fırsatım olmuştu. Eşimin bu harika aile ile tanışıklığı ise daha eski yıllara dayanıyor. Joshua Bell hakkında çok fazla şey duydum, öğrendim ama deneyim etmeden bilinmez ya keman çalışı, müziği su gibi. Her bir nota kulağınızdan girip ruhunuza işliyor, çaldığı parçalar zihniniz koşuşturmaya devam ederken fonda kalan müzik değil, zihniniz ve benliğinizle odaklandığınız tek şey haline dönüşüyor. Su üzerinde sırt üstü yatıp kendinizi akıntıya bırakırsınız ya tam bu anda hissettiğiniz şeyleri hatırlayın… İşte Joshua Bell müziği bu.

301 yıllık 4 milyon dolar değerindeki Stradivarius kemanıyla o şehirden bu şehre seyahat eden Joshua Bell’in you 16 Aralık 2014 tarihinde İstanbul’a düştü ve biz de kaçırmadık.
Ve bu konser bebeğimin ilk konseri:)
Grammy ödüllü olmasının yanı sıra Joshua Bell’i ünlü yapan bir diğer şey 2007 yılında Washington DC. metrosunda vermiş olduğu mini konser. Bir gece önce yüzlerce dolara verdiği konserde çaldığı parçaları metro istasyonunda da çalan müzisyenin önünden binlerce insan dinlemeden geçmiş. Yine de kazançlı çıkmış ve 45 dakikalık konser sonunda 32 dolar 17 cent kazanmış:) Kasketi ve alelade kıyafetiyle Joshua Bell metroda ortalık yerde çalıyor. Kim inanır ki... Şaşırtıcı olan şey müziği yapanın farkedilmemesi değil, iyi müziğin farkedilmemesi.  Sonrasında verdiği röportajlarda insanların bir yerlere yetişme telaşını anlayışla karşıladığını ve kızgın olmadığını belirtmiş. 

Sosyolojik açıdan bu deneyin bir anlam ifade ettiğini düşünmüyorum. Metro istasyonları gibi telaşlı adımlarımıza ev sahipliği yapan yerlerin iyi müzikleri dinleyicilerle buluşturmak için uygun yerler olduğunu kim iddia edebilir. Durup dinlemek isteyip de önünden öylesine geçip gittiğimiz sokak müzisyenlerini düşünün. Sonrasında metropol hayatını göz önünde bulundurun. Eve varmak için sabah ve akşam atılan telaşlı adımları, sabırsızca beklenen asansör sıraları, kalabalığın ve trafiğin uğultusu... Metropol insanını yavaşlatmayı ne başardı ki güzel müzik yavaşlatsın…



Evlilik hazırlıklarında gelinlere uzun yıllardır yol gösteren Evleniyoruz Dergisi'ne Kübra ve Gökhan çiftinin en güzel fotoğraflarından birini verdik. Nagehan Hanım ve Tuğba Hanım'a sonsuz teşekkürler...

Sezen ve Doğanla yollarımız hepinizin bildiği üzere 2011 yılında çakıştı, aslında pek çok şey de Sezenle eş zamanlı yol aldık, bloğuyla çevresine yaydığı enerjiden hep feyz aldım. O yüzden tasarimcininevi.com'u her ziyaret edişimde geçmişle gelecek arasında yol alıyorum ve gülümsüyorum. Sezen'in bloğu şimdi bumerang ödülleri adayı. Desteklemek isterseniz TIK lamanız yeterli... Önce Sezen ve Doğan'ın düğün fotoğrafları için bir araya geldik, sonra annesinin karnında minik Asya'nın varlığı ile renklenen çekimimizi gerçekleştirdik, Asya dünyaya gelince farklı bir heyecanla sarıldık fotoğraf makinelerine... Ve yarın Asya 1 yaşına giriyor... Çok uzun bir süredir Asya için hazırlanıyor olsam da farklı bir çekimde olacağım için Sezen ve Doğan'ın heyecanını kaydedemeyeceğim bu kez. Fiziksel olarak orada değilim ama kalbim Sezen, Doğan ve Asya Kale ailesi ile olacak.

Yıl 2011 




Yıl 2013






Yıl 2013






Masmavi bir gökyüzünün altında mavi denizin kenarında mavi elbiseli bir gelin adayını fotoğrafladık...
Gelin adayı Duygu, damat adayı Ozan:) 
Son günlerde sizlerden aldığım telefonlarla mutluluğum daha da artıyor. Değişen düğün, nişan konseptleriniz, plaj düğünleriniz, salaş mekanlar ve salaş planlarınız hakkında çok güzel haberler veriyorsunuz bana. Her geçen yıl çiftlerimiz değişikliğe daha açık, yeni denemelere daha meraklı. Hal böyle olunca ufku açık mekan işletmecelerine, şehre yakın özenli plajlara ve profesyonel organizatörlere ihtiyaç daha da artıyor. 
Maalesef plaj organizasyonları için herkesin toplanıp evine gitmesini beklemek zorundayız. Sonrasında şezlonglar toplanıyor,  plaj düzenleniyor ve organizatörler az zamanda çok iş yapmak zorunda kalıyor.  O ana kadar akşam güneşinin o altın sarısı ışığı var ya... Maalesef kalmıyor... Bu sebeple hayalimdeki o muhteşem nişan karelerini fotoğraflamak fırsat olmadı ama bakın öncesinde neler yaptık... İşte benim mavi nişanım...



          





                          



                 







Dergicilik geçmişimi bilenler bilir, her sayıyı burada ilan eder, ilgi çekici detayları size bir ay önceden aktarır merak uyandırmaya çalışırdım. Bu ay ben de siz okuyucular gibi derginin raflarda yer almasını bekledim,  Haziran'ın 1 'ine gün saydım. 
Beklediğim derginin adı All Wedding...
Söyleşi ve fotoğraflarıma gözatmak için dergiyi elime aldığımda fotoğrafçı değil evlilik hazırlığı için de olan biri kimliğine büründüm bir anda. Röportajımı unuttum desem yalan olmaz:) Her sayfa birbirinden güzel ve gözalıcı detaylarla süslü. Dekorasyondan gelinliğe, aksesuardan el çiçeğine, saç modelinden balayı seçeneklerine kadar 2014 düğün trendleri hakkında bilgi almak isteyen herkesin tüm ihtiyacı tek bir dergide toplanmış. Yazı ve fotoğraflarımı ilk kez dergide görmüyorum ama her defasında ilk kez görüyor gibi heyecanlanıyorum. İşte bu duygu bağlıyor beni yaptığım her işe...

Röportajımın her detayıyla ilgilenen sevgili Yayın Yönetmeni Zeynep Sipahi'ye ve fotoğraf seçimini zevkine ve ellerine iç rahatlığıyla bıraktığım Görsel Yönetmen Gözde Kaniğ'e teşekkürlerimle...

Röportajın tamamını okumak isteyen siz sevgili takipçilerim işte link tıklamanız yeterli:)